Önce Sağlık! Sonra İş.”Baürma” olmak. Kilo vermek/sağlıklı olabilmek.

                      2003 yılında 100 kg.ya ramak kala./    2017 yılı 80 kg. civarı 🙂

Nasıl kurtuldum : Sağlıklı nasıl kilo verdiğimi, yıllardır eksikliğini fark etmeden yaşadığım vitamin-mineral eksikliklerinin, migren, böbrek taşları, halsizlik, sık sık yeme isteklerim, pre-diyabet/ tip2 diyabetten, kutu kutu ilaç kullanma zaruretinden kurtuluşumu, mucizevi 4 vitamin+mineralin faydaları ile tüm olumsuzluklardan kurtuluş hikayemi anlatıyorum. “Baürma” olmayı bıraktım !

Nasıl öğrendim, kimler yararlandı : Yıllardır süren araştırmalarımla ve aşağıda isimleri yazılı değerli hocalarımızın katkılarıyla

ımg_20170223_162912_094.jpg.jpg

Sonrasında eşim, dostum çevrem izlediğim yoldan yararlandı. Vitamin ve mineralllerin olmazsa olmaz faydalarını anladı.

( Kitap taslağımdan alıntı) Neden yazdım:

…..

Vitamin ve mineraller bulmacada çıkan sorularda boş karelerin doldurulması için değildir. Bizim hayatımızın olmazsa olmazlarıdır. Hayatımızın kaynaklarıdırlar ! Önemlidirler. Tıp Fakültelerinde detayları ile okutulmadırlar. Mesela D vitaminin artık bir hormon olarak kabul edildiği, yüzlerce değil yaklaşık (!) 3000 gene hükmettiği, Selenyumun kalp, K2 vitamininin diş & kemik sağlığı için önemi derslerde okutulmalıdır. Bu vitamin ve minerallerin fonksiyon ve yapıları üstteki cümlede yazdığımla sınırlı değil elbette ama burada bu detaylara da girmem mümkün değil.

Hepimiz ilaçların isimlerini, etken maddeleri birer hasta olarak ezberledik ama vitaminlerin eksikliklerinde neler olacağını bilmiyoruz.

…….

Tekrarlayayım:

…….

Evinizdeki eşyalar mı değerli sağlığınız mı? Neden erteliyorsunuz?

“Şu tatil bir gelsin yaptıracağım, 2 ay sonra yaptıracağım zaten (Bir tanıdığımın yaptırdığı check up ta selenyum, D vitamini ölçümüm, b6, b9, ölçümü yoktu bile !), şu ödemeler bitsin, toplantılarım çok, çocuğun Teog, üniversite sınavları var. Şehir dışına gideceğim orada yaptırırım (orada yapmadılar !) , Hasta değilim ki yaptırayım (hasta olunca servislerin kalabalıklığından, ilgisizlikten, hemen iyileşememekten şikâyet etti. Bazılarını yaptıramadı). Bu bahanelerin hepsi duyduklarımdır, kurgu değil. Hâlbuki testleri yaptırabileceğiniz 24 saat açık birçok laboratuvar var istediğiniz saatte gidebilirsiniz.  Korkmayın, benim burada yazdığım testlerin bazıları marka bir ayakkabı veya balık lokantasında ödenecek (hani ben öderim ben öderim diye birbirinin ellerine müdahale edilen) hesaptan çok farklı değil ve zaten bir kısmını devlet karşılıyor.  Hastalandıktan sonra cebinizden hem çok daha fazlası çıkacak hem de bahane ettiğiniz o işleri zamanında yapamayabilirsiniz. Sevdiğiniz tüm o şeyleri daha çok sevebilmek için! Yaptırsanız fayda görebilirsiniz derim. Devletin karşılamadığını da ufak bir pay ayırarak BAÜRMA olmadan siz yaptırabilirsiniz. BAÜRMA’nın anlamı birazdan.

Bizler dört duvar arasında bütün gün bilgisayar-tv karşısında oturarak, başta güneşten, doğal besinlerden mahrum kalarak yaşamı sürdüremeyiz. Zaten bu tarz bir hayat için yaratılmadık. Bir Margay kedisi, Kokarca, Yarasa, Galago gibi güneş ışığı görmeden yaşarsak, sürekli ilaçlara bağımlı halde yaşayacağımızdan eminim. Bu tarz hayat sürenler er veya geç sağlık problemleri ile karşılaşacaktır. “Güneş girmeyen eve doktor girer” atasözünü unutmadan uygulayarak yeni nesillere aktarmalıyız. Belki benim gibi yemek yeme bağımlısı ve pre-diyabet olmuş birinin kilo verip vücut kitle endeksini, vitamin-mineral-lipit kan değerlerini, kötü düzeylerden iyi düzeylere getirdiğini görmek sizin ve sevdikleriniz için bir başlangıç, bir fırsat olur, diye yazdım.

Şimdiye kadar kontrolünü alışkanlık haline getirmediğiniz vitamin, mineral değerlerinize bundan sonrası için hiç olmazsa birkaç kere baktırın ve onların yaşa, ırka, cinsiyete, hastalığa göre, diğerlerinden farklı (gen faktörü) seviyede olabileceğini öğrenin diye yazdım.

…..

Ayrıca Dr. Yavuz Dizdar’ın dediği gibi “Tıp herşeyi bilmez!”82.

(28 Kasım 2015 Kanal 24, Jess Molho )

…..

Siz kendi göstergelerinize bakın.  Vücudunuzun göstergelerine…

 Kilo verdiğimden dolayı uzun yıllar sonra beni görüp tanıyamayanlara, hasta olduğumu zannedenlere, normal kilolu olunca hasta değil, bilakis iyi olunduğuna ikna edebilmek, örnek olmak için yazdım.

 Sizinde fayda görebileceğinizi umduğumdan ve başarıya ulaştığınızda o mutluluğa değeceği için, yazdım.

 İlk başta kendinizin yaşam koçu olmayı deneyebilirsiniz. Zeytinyağlı yemeklere ağırlık vermek, Kelle-paça çorbası içmek (ekmeğe dalarak değil !), kişiden kişiye miktarı değişmekle birlikte doğal yağlı et yemek, doğal yağlardan korkmamak  (Dr.Mark Hyman Eat Fat Get Thin) yine mümkün(birçok ülke tekrar bunlara geri dönmeye başladı) ya da Döner, lahmacun, kahvaltıda köy tereyağı. Artık ölçülü olmayı “hayır” demeyi, “vücudumun önemli bazı göstergelerinin” uyarısını dikkate almayı öğrendim. Anlayacağınız üzere hiç kalori hesabı yapmadım, sadece sebze, galeta, light ürünler, salata yiyip, su içmiyorum. Radyasyonsuz, partikülsüz, temiz havalı, bol güneşli (UVB’de 20 dk güneş banyosu),  hala bulunabilen doğal gıdalarla (çok şükür), kalıcı sağlıklı günler olsun.

2015. Beylikdüzü – İstanbul.

Baürma:

bahane üretme makinası: Bu kişilikte bahaneler hep hazır ve alternatiflidir. Vaktinin olmadığını söyler, spor salonuna yazılacağını hedefine koyar, yazılırda. Arada gider en geç, yaz sezonunda bırakır, verdiği birkaç kiloyu alır, otlardan medet umar. Bir başkası diyabet hastası bir tanıdığının kullandığı ilacın kilo verdirdiğini duyunca ne zarar göreceğini bilmeden onu bile kullanmak ister. (Sakın böyle bir hata yapmayın!) Bir başkası doktora gitmek istemez. Bisiklet alır, evine yürüyüş bandı alır bir eşya olarak bırakır. Hep bir bahanesi vardır. Bir başkası binasının önündeki yürüyüş yoluna çıkmaya üşenir, kilosunu bahane edip “eşofman giyemiyorum” der. Güneşlenmek için kendi villasının bahçesine çıkmayanın bahanesi “ağaçlar gölge yapmıştır.” En çokta işinden-gücünden vakit bulamayanlar vardır. Emekli bile olsa vakti yoktur, o bulunamayan vakit, balık lokantasında yemek, dizi, maç, bahçe, kahve-kafe, evde tamirat, market, tatil, balık tutmak için bulunur. Bazısı inanılmaz detaycı ve vizyon sahibidir. Bir adım bisikleti alıp odaya koymak yerine evine komple tadilat yapar. Müzik tesisatından, klimasına varana kadar bir spor salonu gibi oda oluşturur. Etrafına gösterir, sonrası malum.

Sonuç şudur: Su içsem yarıyor.  Şimdide Allah’ın suyu kabahatlidir. (D seviyesi eksik olanların aldığı kiloları vermesi güç olabilir, metabolizma yavaşlamıştır.)  Daha önce bulunamayan vakit, birden bire çıkan bir rahatsızlıkta! mecburen bulunur. Ama sanki kimse onunla ilgilenmiyordur, yalnızdır. Duygular iç kemirmeye başlar. Suçlu etrafındakilerdir. Onu neden oyalamışlardır! O sağlığı ile ilgilenmesi gerekirken aslında sonrada yapabileceği işlerle neden zaman kaybetmiştir. Şimdi vakit yetecek midir? İyileşecek midir?

Artık duymayan kalmadı fakat yine hatırlatalım. Günde tempolu (partikülsüz, temiz havada !) 20 dakika yürüyüş  (partikül 10 ve partikül 2.5: 50 den az olmalı) yapmayı, aralıklarla 8 bardak yani en az 2 Lt. su içmeyi unutmayın. İdrarınız köpüksüz, kokusuz sarı olmalıdır. )

Kitap taslağımdan alıntılar : Giriş

Kendini sağlam bilen hastanın tedavisi yoktur.                                          Eddy Fisher

Dünya herkesi doyuracak kadar kaynağa sahiptir. Ama herkesin açgözlülüğünü doyuracak kadarına değil.  Dünyada görmeyi istediğiniz değişimin kendisi olunuz.      Gandi

Önce zarar verme! (Primum nihil nocere!)          Hipokrat

Umut; hekimin vazgeçilmez bir müttefiki ve hastanın mutlak hakkıdır.

Dr. Richard Kunin (Ortomoleküler Tıp. A.B.D.)

İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfidir. Mutlaka yemesi gerekirse, midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes alıp vermeye (havaya) bırakmalıdır. Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Çünkü yüce Allah, ölüm ve ihtiyarlıktan başka şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır”                                  Hz. Muhammed (S.A.V.)

Kendini sağlam bilen hastanın tedavisi yoktur.                                          Eddy Fisher

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. Saltanat dedikleri bir cihân kavgasıdır. Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.                                                                                                    Kanuni Sultan Süleyman

Bir memleket halkının sağlığı, hakikatte bir devletin dayandığı bütün mutluluk ve gücün temelidir.                                                                                                               George Sand

İnsanlar önce para kazanmak için sağlıklarını sonra da sağlıklarını korumak için paralarını harcarlar.                                                  Johann Wolfgang Von Goethe.

Sağlığın başlangıcı hastalığı tanımaktır.                                                    Miquel Cervantes

Devlet durumunda bulunan siyasal kuruluşların en birinci görevi, ulusun sağlıklı kalması için gerekli yaşam koşullarını gerçekleştirmektir.                                          Mustafa Kemal ATATÜRK

İki nimet vardır ki, insanların çoğu onların kıymetini hakkıyla takdir edemezler: onlardan biri sıhhat, diğeri de boş vakittir.                                                Hadis-i Şerif

Hayatımda koyduğum birçok hedefe ulaştım. Aslında daimi hedefin sağlıklı kalmak olduğunu gerçekten fark etmem, onu kaybetmeye başlayıncadır.                                       Hakan KONYAR

 

…..



Kitap taslağımdan alıntılar Teşekkür bölümü:

Yıllardır hava kirliliği, radyasyon, nem, hava kirliliğinin insan sağlığına zararları konusunda yaptığım araştırmalarımı, sağlıklı nasıl kilo verdiğimi, yıllardır eksikliğini fark etmeden yaşadığım vitamin-mineral eksikliklerinin migren, böbrek taşları, halsizlik, sık sık yeme isteklerim, pre-diyabet/ tip2 diyabetten, kutu kutu ilaç kullanma zaruretinden kurtuluşumu, mucizevi 4 vitamin/mineralin faydalarını yazdığım kitabımın taslağı bitti. (bana gerçekten destek olacak, “gönderin de bir bakalım, heyet bir incelesin” klişe cümleleri ile karşılaşmayacağım bir yayınevi arayışındayım)

Kendi göstergelerime bakmayı öğrendim. Artık arabamın, simülatör uçak göstergelerinden ve hayatta baktığım bir çok göstergeden çok, kendi göstergelerime önem veriyorum. Vücudumun göstergelerine, alarm seviyesine inmeden tedbir (takviye) almaya özen gösteriyorum. Sizede tavsiyem: hasta olmadan önce pahalı marka telefon v.b. yerine, doğal gıdalara para harcamalısınız. Gizli Hava kirliliğinden,  yapay gıdalardan kaçınmalı, içtiğinize dikkat etmeli, göstergelerinize önem vermelisiniz. Başta D vitamini olmak üzere bütün vitamin ve minerallerin önemini bilmeli ve takip etmeliyiz. Kontrol anlamında kendi kendimin doktoru olmayı öğrendim. ( D vitamini seviyem 30 ng altında idi. Bana göre eksiklik var demektir. Artık 100 Ng civarında tutmaya çalışıyorum.)

Takatonya ülkesinde vitaminlere, minerallere önem verilmez, tıp fakültelerinde sadece hastalıklar öğretilir!

Dünyamızda ve ülkemizde çok değerli araştırmacı ve hastalıkları önleyici uzmanlar var. Hasbel kader son yıllarda yayınlarına ulaşabildiklerim, mail yoluyla veya bizzat görüşebildiklerim, teşekkür etmek istediklerim, başta ülkemizin değerli hocaları;

Prof.Dr.Zeynep Tartan, Prof.Dr.Yeşim ERBİL, Prof. Dr. Canan Efendigil KARATAY, Prof. Dr. Ali Rıza UYSAL Prof. Dr. M. Emin Sakarya, Prof. Dr. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA, Yrd. Doç. Dr. Yavuz DİZDAR, Dr. Kate RHEAUME-BLEUE, Uz. Dr.Dilek YILMAZ, Uz.Dr.Süreyya ŞAHİNOĞLU, Uz.Dr. Ümit AKTAŞ, Uz.Dr. Ebru Parlayan, gösterdikleri alaka için Uz.Dr. Suat BİLİR, Uz.Dr. Zeynep Vildan OKUDAN, Uz.Dr.Suat ÖZKAN.  Hastanelerde gönülden çalışan ve emekleri olan tüm personel (isimleri buraya sığmayacak kadar çok kişiler) hepinize teşekkür ederim.

Amerika ve Kanada’nın doktorları; araştırmalarından yararlandığım D nin efsanesi Prof. Dr. Michael HOLICK, Prof. Dr. Cedric GARLAND ve ekibi, Dr. MERCOLA, Dr. Kate RHEAUME-BLEUE, Dr. Carolyn DEAN, Dr. Stephan Sinatra, Kardiyolog Dr. William Davis, Dr. Mark Hyman, Dr. Sharon MOALEM (inanılmaz araştırmaları, yeni patentli antibiyotiğin kâşifi), benim gibi vitaminler ile ilgilenmeye başlayıp ifade özgürlüğü olan ülkelerde kitap yazabilen,insanların iyileşmesini sağlayan yazar Jeff T. Bowles, Alman yazar Andreas JOPP (Thank you all). Kitapların yayımında ve basımında emeği geçenlere, sizler için tekrar tekrar kullanmak istiyorum, teşekkür ederim. Hepiniz sayesinde şimdiye kadar başta ben olmak üzere binlerce onbinlerce hasta şifa, moral buldu, hayata bakışları değişti. 25 yıldır çektiğim migren, 15 yıldır çektiğim ve beni yerlerde süründüren böbrek ağrılarından, pre-diyabet/tip 2 diyabetten, yeme krizlerinden kurtuluşumu ilerideki sayfalarda bulacaksanız.

Şu an için taslağın bazı kısımlarını bloğumuzda yayınlıyorum. Umarım burada geçen bir kelime ya da cümlede size yeni araştırmalarınızda ışık tutar, hastalıklar önlenir, hastalar iyileşir.

Bu çalışma için binlerce sayfa okuyup, (kitap, makale, araştırma vb.) yüzlerce kişi ile etkileşimde bulundum. Emeği geçipte bazılarının isimlerini yazmayı unutmuş olabilirim. Onlara da teşekkür ederim.

Merhum Prof. Dr. Ahmet AYDIN’ı rahmetle anıyorum.

Teşekkür etmek…

(kullanılmadığı için unutulmaya yüz tutan kelime, “teşekkür”)

Sözsel olarak yıllar evvel çok daha fazla kullandığımız bu sihirli kelimeyi, beni “contributor”’lüğe sürükleyen (katkıda bulunan kimse, iştirakçi, makale gönderen kimse, yazar) bana doğrudan ve/veya dolaylı katkı sağlayan, benim de bu katkıları, eşime-dostuma, sevdiklerime, çevreme aktarmamı ve onlarında bundan pay almalarını sağlayan; emek veren tüm öğretmenlerime, (bana 30 yıl evvel on parmak f klavye öğreten ve bu sayede kitabı çok daha hızlı yazabilmemi sağlayan hocama) bana verdikleri emekler için anneme, babama, paylaşımları için kardeşime, sağlıklı kalmamız için usanmadan çalışan, başta eşim Diş Doktoru Derya KONYAR’a (Uzun araştırma saatlerince ve yazım süreci boyunca bana gösterdiği sabır için, oğlumada). Ayrıca bu süreçte Türk kahvesi ile beynimi aktif tutmamı sağlayan asistanımız Elif Anık TEZER’e teşekkür ederim.



….

Kitap taslağımdan alıntılar Bölüm 3: Yıllar evvel bir gündü. 1990’ lar ( O zaman tavuklar gerçekten lezzetli idi!)

Sabah alarm çaldı, gözler yarı açık, müthiş bir baş ağrısı (3—4 gündür içilen ağrı kesiciler, her gidilen doktor ayrı bir marka ağrı kesici veriyor,  yolda … İş yerine doğru… Radyoda “Tracy Chapman Fast Car”, sonra UB40, neşemiz oldukça yerinde…

Başka bir sabah yine yolda, yine bir ağrı kesici (Leblebi gibi çeşitli marka ağrı kesici verildi, Parasetamol etken maddeli, burada isimlerini yazamayacağım birçok marka ağrı kesici benim can dostum olmuştu… Karaciğerimin ne durumda olduğunu bilmiyordum… ((Dünyada karaciğer yetmezliğine bağlı vakaların tamamına yakını ilaçlara bağlı Karaciğer yetmezliğidir). (Başımın 1990 senesinden sonra sürekli neden ağrıdığının sebebi o tarihten sonra bizi güneşten korkutmaları olabilir. Ama ben sorunun köküne inecek bir doktor bulabilecek şansa sahip olamadım. 1990 öncesi ise öğlen saatlerinde hiçbir koruyucu krem kullanmadan Şile, Kumburgaz, (Kumburgaz İstanbul Marmara’da 37. Enlem üstü olsa da her gün yeterli güneşleniyorduk), güneyde ise çeşitli yerlerde Kuşadası, Marmaris, Bodrum v.b. öğlen saatlerinde güneş banyosu yapıyorduk. O yıllarda hastalıklarla, çeşit çeşit ağrı ile üşütme gibi rahatsızlıklarla bu kadar çok karşılaştığımı hatırlamıyorum )).

Sağanak yağmurlarda İstanbul’da birçok yeri sular basıyor İstanbul oluyor Amsterdam ya da Venedik. Selden dolayı Unkapanı Köprüsü’nün altında kalan bir körüklü belediye otobüsünden kardeşim insanları kurtarıyor. Radyoda “ Barış Manço” sonrasında haberler… Hava güzel, temiz. İstanbul’un nüfusu 7.5 milyon…  Okullarda, camilerde “iyi insan, iyi Müslüman olmanın gereği olarak birbirimize saygılı olmamız, kurallara uymamız, israftan uzak durmamız, yerli malı yurdun malı ” gibi konular hakkında bilgiler veriliyor. Hafta sonu muhabbetlerinde evlere, arabalara alınan Japonyanın ünlü markalarının renkli televizyonundan, müzik setlerinden, videolarından bahsediliyor. İş, veli toplantısı, cami, cenaze çıkışlarında, park tartışmaları-yol verme tartışmaları çıkıyor. İftar saatinde oruçlu olan sürücü, kendisini ambulans şoförünün geçiş önceliği hakkına sahip zannediyor,  geçiş önceliği sizde, yani hak sizin olsa bile haksız oluyorsunuz! Oruç tutan tüm gece yediği şekerli gıdalardan dolayı, iftar vakti öncesindeki saatlerde girdiği şeker krizinde diğerlerinin de kendisi gibi bir Allah’ın kulu olduğunu unutuyor. İftar topu patladığı an bunlara şeker ölçümü yapılması gerekiyor. Tabii birde iftar yemeği bittikten 2 saat sonra.  (açlık ve 2. Saat tokluk ölçümü )

yol ver tabelası

Trafik kuralları var ama, “Yol ver”  tabelasının anlamı bilinmiyor, uyulmuyor.  Bazı yayalar direksiyona geçip şoför olunca boyut değiştiriyor, canavarlaşıyor. Yaya geçidini görünce gaza basıyor dahada hızlanıyor. Yaya, “yaya geçidi”’nde “kanguru” gibi zıplayarak karşıdan karşıya geçiyor. Eğitimli-medeni ve/veya vicdanlı ve/veya kul hakkı yemeyen bir sürücü ona hakkını verince sanki hakkı olmayan bir şey lütuf edilmiş/hediye almış gibi el işareti ile teşekkür ediyor, bazısı korkusundan bütün arabaların geçmesini bekliyor. Sürücü, yayalara bu haksızlığı yaparken kendisinin veya herhangi bir yakınının, karısının, kocasının, annesinin, çocuğunun da yaya geçidini kullanacağını ve aynı haksızlığa onlarında maruz kalabileceğini düşünmüyor. Hamileymiş, kucağında çocuğu varmış, yaşlıymış pek fark etmiyor. Trafik sıkışıklığı olan birçok yer ve park sıkıntısı var. “ Sinir oldum”, yerine sık sık “stres oldum”’u kullanmaya başlar olduk. Akşam 08.00’den sonra araba ile Bahçelievler’den Kalamış’a, Fenerbahçe’ye gidip arkadaşlarla muhabbet edip çay-kahve içilebiliyor. Efsane F.B.’li çikletçiden sakız alıp 30-35 dakikada Bakırköy’e, Yeşilyurt’a, Bahçelievler’e gelinebiliyor. “Bir boğaz yapıp ta döneyim” diyene “Allah sabır versin.” denmiyor.  (Yeşilyurt spor kulübü önü- Bakırköy 10 dk., Bebek-Nişantaşı-Bahçelievler 40 dk.).  Bodrum denilince Zeki MÜREN’in yarım adası gibi. Yahşi koyu o zaman gerçekten Yahşi (güzel, yakışıklı). Rahmetli Kayahan, Tolga Han Kumburgaz-Kamiloba’da. O zaman stres katsayımız kesinlikle daha azdı. Çünkü hoşgörü daha fazla idi.

Şeker hastalığı, obezlik hakkında fazla bilgi sahibi değiliz… Reflü, Crohn, Sjören Sendromu, Vitiligo, Hashimoto Tiroiditi vb. otoimmün hastalıklar pek duyulmamış, D Vitamini ’ne sadece gebelerde bakılıyor. Erkek adam’ da D vitamini eksikliği olmaz mantığı var galiba! B12 derseniz bir çeşit alkollü kokteyl diyen de bomba diyen de çıkabilir. Magnezyum, Selenyum sadece yer altında bulunan bir maden zannedilirken, K2 vitamini KGB gibi bir istihbarat örgütü sanılabilir. Büyükşehir hayatı insanı klasik ve klişe  “kaçıcam bu şehirden küçük bir kasabaya yerleşeceğim” hayaline sürüklemeye başlamış. Bu gergin stresli hayat, zaten gıdalarımızda git gide azalması devam eden vitamin, mineral değerlerimizin düşmesine ve hastalanmamıza sebep oluyor.

 

Yıllar evvel,  hafta içi, kahvaltıda:

Kahvaltı ve öğle yemeği…

Kahvaltıda:

6-8 parça bol pudra şekerli kürt böreği (Sami de kendine hakim olamaz en az 4 tane yerdi. Pudra şekerini alır döker de dökerdi.  )  veya çift porsiyon su böreği veya 2 poğaça yanında çay.

Yada 2 kaşarlı tost yada galeta yanında şekerli çay. Yada biraz galeta light krem peynir 2 şekerli çay.

Öğle yemeği: Yarım ekmek arası döner kola-veya asitli bir içecek yada kupada hazır çorba, patates kızartması, hamburger menü. Yada Çorba Pirinç pilavı, kuru fasulye yada tavuk yada yarım ekmek arası kokoreç, bazı günler sulu yemek, Unkapanı’nda seyyar arabacıdan pirinç pilavı. Eminönü vapur iskelesi civarında pişen balık kokuları “gel gel” yapıyor. “Avm” nedir bilmiyoruz. Alışverişler dünyanın en eski Avm.’si, dünya mirası “Kapalı ve Mısır Çarşısı’ndan”.  Akşam yemeği: Sebzeli, etli yemek, 1 porsiyon pirinç pilavı. Yetmez 1 porsiyon + 1-2 kaşık daha Vb.

Haftanın her günü aynı, ofis ve/veya evin içinde atılacak 1000-1500 adım. Haftada kaç ağrı kesici içildiği hatırlanamıyor. Akşam otobüs durağına veya arabaya yürüyüş oradan da eve 300-500 adım yürüyüş. Şehir havası derin derin alınır. Eve geliş.

Allah ne verdiyse yenilir. Saat 10 da dizi seyredilirken 1 tabak meyve, yazın dondurma.

Cuma akşamı bir kafede arkadaş toplantısı abur-cubur tabağı, diğer alternatif alkol kullananlar için 1-2 tek atmak , abur cubur, meyve tabağı (nargile eşliğinde, (şimdi çok trend (modaaaa))) çay, Tatlılar yenilecek )))

Yıllar evvel,  hafta sonu, kahvaltıda:

Vişne reçeli, kayısı reçeli, bal, çay-iki şekerli, yarımdan fazla beyaz ekmek, yumurta, krem peynir,  beyaz peynir, salam, iki şekerli bir çay daha, bir büyük bardak portakal suyu sonra şekerli Türk kahvesi.

Yine çeşitli ağrılar, doktor bir şey bulamamıştı, at bir ağrı kesici.

( Midede sanki tamirciler çalışıyor gibi sesler, tamircilerin üstlerine bir soda gönder !)

 

 

Öğle-Akşam yemeği:

Sebze yada etli yemek, Mantı veya makarna veya pirinç pilavı, yarım ekmekten fazla beyaz ekmek, light yoğurt!….    arada balık, tatlı.

 

Ara öğünler: 1 Lt. Meyve suyu (şeftali, vişne veya karışık), kek, börek, bir ağrı kesici!

 

Sonra yürüyüş…

Yıllar sonra, kırklı yaşlardan sonra bile hâlen, arkadaşlarımla (Tayfur veya İlbay abim) oturup kişi başı 500 gr kadar döneri rahatlıkla yiyebiliyorduk. 3 kişi 1 kilo 800 gram yediğimizi biliyorum. Biraz zorlasak 2 kilo rahat yerdik. Ama aramızda  mideyi zorlamaya gerek yok diye mutabık kaldık. Üstüne bir porsiyon kadayıfçık. Küçük bir parçacık, tepsinin kenarından. (ağzımız tatlansın) Beylikdüzü’nün en meşhur dönercisinde. Problem yoktu!

 

Üstü çizili kelimelerin hepsi yanlış beslenme şekliydi ama artık geride kaldı.

 

Bu kitabı yazarken bazı bölümlere geri dönüp güncelleme gereği doğdu. (ABD’deki bazı yeni araştırma sonuçları çıkınca) Tam böyle bir günde 20 yıl evvel hayat hatıralarını defalarca okuduğum, Vehbi KOÇ’un torunu Mustafa KOÇ’ta rahmetli oldu. Çok üzüldük. Allah rahmet eylesin. Onları anarken yıllar evvel başucu kitaplarımdan olan ve kendime göre indeksini bile yaptığım Can KIRAÇ’ın “anılarımla patronum Vehbi KOÇ (Eylül 1995, Doğan YAYIN)” kitabından, hep ölçülü olmayı bilmiş bir patronun anısını paylaşayım:

  Vehbi KOÇ’un “seyahat ederek öğrenmek” arzusu bir tutku olarak devam ettiği için 1970’li yıllara da hızlı bir gezi programı ile girilmişti.

1970 yılının ilk aylarında yapılan otuz dokuz günlük Uzakdoğu seyahatinde; Japonya, Hindistan, Çin ve Endonezya’da on altı ayrı şehir ziyaret edilmiş Vehbi Bey gezdiği ülkelerin sorunlarını anlamaya çalışmıştı.

Bu seyahatinde, Vehbi KOÇ’un en çok etkilendiği ülke Japonya olmuştu. Japon işadamlarının yaşam biçimleri ise Vehbi Koç’ta “Ah! Keşke bize de böyle olsa!” özlemini yaratmıştı.

“(…) Japon işadamları yalnız çok samimi dostlarını evlerine davet ediyorlar. İş yemekleri daima dışarda düzenleniyor. Davet saati hiçbir zaman akşamın 7’sini geçmiyor. Yemek gecenin 9.30’unda tamamlanıyor. Böylece davetliler yorgun düşmeden evlerine dönüyorlar ve ertesi gün dinlenmiş olarak işlerine başlıyorlar.” Vehbi Bey bunları anlattıktan sonra; “Bu davetlerin bizde de böyle düzenlenmesinin faydasını bütün gayretlerime rağmen çocuklarıma ve iş arkadaşlarıma anlatamadım! Bizimkiler akşam yemeğine saat 10’dan sonra oturuyorlar. Davetin bitişi ise gece yarısını geçiyor. Bu yüzden de daha sabahtan işe yorgun olarak başlanıyor! Ben bunları söyleyince de ‘sen eski kafalısın’ diyorlar!” biçimindeki şikâyetini bugün bile devam ettirmektedir.

 

Başyazar Altan Öymen, Vehbi KOÇ’un “yemek davetlerinde ölçülü olun” çağrısını 9 NİSAN 1989 tarihli Milliyet gazetesinde şöyle yorumlamıştı. “Vehbi KOÇ ‘bizdeki davet düzeni, israfa yol açması dışında insan sağlığına da aykırıdır. Ayrıca, insanların iş hayatını da aksatır. Bu düzeni değiştirmek ve ölçülü hale getirmek gerekir’ demektedir.

Konu, Türkiye’nin çeşitli sorunları arasında bir ayrıntı gibi görünür. Ama çoğumuzun, gazetelerdeki fotoğrafları görünce aklımıza takılmıştır; işadamlarımız bir yana, bazı devlet adamlarımızın da gece yarısından çok sonrasına kadar sarkan, bol yemekli ve eğlenceli toplantılarda arz-u endam edişini gördükçe, ‘bu zevat acaba gündüzleri nasıl çalışır? Diye düşündüğümüz olmuştur… Tabii… Gece geç vakte kadar sofra ve şarkı başında oturanın ertesi sabah vereceği kararlar her zaman isabetli olamaz. Yapacağı konuşmalar, soğukkanlı bir bakış açısının süzgecinden geçemez… Ama bir de başka açıdan zararı var; Türkiye’de uzun yıllardan beri, vatandaştan fedakârlık üstüne fedakârlık isteniyor. En azından onu isteyenler uzak durmasını bilmelidir”… Koç’un eleştirdiği ‘davet düzeninin’ o davetçilerle davetlilerin çalışma ve karar yeteneğini azaltmasının yanında, tüm toplumun moralini bozucu bir etkisi de vardır…

 

Kitabın ileri bölümlerinde, Japonların kültürlerine sıkı sıkı bağlı kalmalarının sağlıklarına, uzun ömürlerine bire bir katkılarını, Vehbi Beyin 45 yıl evvelki gezisinde söyledikleri ile bugünkü Japonların dünya obezite sıralamasında yine en başarılı sırada olduğunu göreceğiz. K2 vitamininden zengin geleneksel Natto yemeğinin Amerika’da bilimsel çalışmalara, vitamin haplarına hatta onların sofralarına girmeyi başardığını, Japonya’da neden kalp-damar, osteoporoz gibi hastalıklara yakalanmadıklarını göreceğiz.



…..

Sağlıklı yaşamak, kilo vermek, obeziteden kurtulmak (gerçekten isterseniz) mümkün. Bu kitapta detaylarını paylaşacağım üzere, sağlıklı bir şekilde, yiyerek, zorlanmadan, irademi kullanarak, 15-20 kg. verip, 12 yıl beni yerden yere vurmaya sebep olan böbrek kum-taşlarımdan, 25 yıl sürekli ağrı kesici kullanmama sebep olan migrenden, gün içinde yaşadığım enerji patlamaları (kabuğuma sığamama), sonrasında ise bazı saatlerde halsizlikten, pre-diyabetten ve son yıllarda kışın ve/veya mart, nisan aylarında zaman zaman beni yoran kas-kemik ağrılarından kurtuluşumu sizinde uygulamanız zor değildir. Vücudumu burada bahsettiğim 15-20 kg.yi verip durması için programlamadım. Belki 30 kg. fazlam olsaydı da aynı şeyleri yaşayacaktım.  Aylardır aynı şeyleri yiyerek fazla kg.ları verdikten sonra kilo vermem kendiliğinden durdu.

 ……

Belki Türkiye’de 100’ü devirmiş insanlar (Anadolu’da 33.000 kişi) veya Kafkaslardaki 120’yi geçmiş insanlar gibi uzun yaşamayı hiç düşünmediniz ama sağlıklı-konforlu yaşamayı herkes ister.

……

Tıp, eczacılık, bilim ve tasavvufta büyük bir üne sahip, beden ve Ruh hastalıklarını tedavi eden, mikrobun kâşifi Hekim Akşemseddin’in4 (1400’lü yıllar! O zaman Aspirin bile keşfedilmemişti, bitkilerden yararlanılıyordu) öğrencisi Fatih Sultan Mehmet’e söylediği gibi (Daha sonra bir çağı kapatacak/açacak );

 Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma; yol ol ki, herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin!”

 Haydi bizde “Yol Olmaya” çalışalım

…..

Kitap taslağımdan alıntı Bölüm 5: Diyet yapmak, şekerli-unlu gıdaları bırakmak kolay değildir.

 İrade, inanmak ister! (Hekim eşim, benim yapabileceğime inanmıyordu. “Sen mi? yok yapamazsın, tatlıları, börekleri  bırakamazsın “ diyordu. Sonuç: Ben başarılı oldum kendisi ise bana söylediklerini unutmuşçasına arada kek yapıp yiyor. Bana da kokuyu duymak kalıyor ) Yani ben ona göre, bu yiyeceklerin bağımlısı idim. Geçmişi düşününce evet belki de öyle idim. Çevremdeki herkes “can boğazdan gelir”’cilerdendi. Annem biz evden tam doyarak çıktığımız halde, 5. Kat balkonundan otoparka paraşüt sistemli bir poşetle meyve fırlatır, sürekli şekerli şeyleri verirdi. Annemin evine giden diyabeti olmayan bir insanın bile, evden çıktığında şekerini ölçse 200-220 mg/dl‘nin altında çıkması ve uyuşuk moda girmemesi mümkün değildi.  Babam zaten hiç itiraz etmezdi. Masaya salam, krem peynir, bol beyaz ekmek getirtir, reçel çeşitleri takviyesi yapardı. Kalın bir ekmek diliminin üstüne bina yapar gibi, bir mühendis edası ile kat kat krem peynir, bal, reçel, başka bir çeşit reçel daha sürer, üstüne de salamla çatıyı kapatır, bize de ısrar eder, bol miktarda yer, sofraya getirdiklerinin “sadece uzaylıların bildiği(!)”  faydalarını anlatırdı. (Sonrasında haliyle sürekli doktor randevuları). Evden yaka-paça kaçıp kurtulduktan sonra arabamın anahtarını almak için elimi montumun cebime attığımda cebimde ambalajlı bir yiyecek veya meyve bulurdum. Eğer şansıma diğer cebime bakmamışsam veya anahtarım mont cebinde değil, pantolon cebinde ise annemin mont cebime koymuş olduğu çikolatayı bulmam günler sonraya, erimiş haline denk gelirdi! Yıllar sonra gördüğüm, arkadaşımın kız kardeşi Sinem, yıllar evvel kapımıza geldiğinde annemin onun ağzına nasıl çatalla dilimlenmiş şeftali verdiğini hala anlatır. Geçen hastalık dolayısıyla ziyaret ettiğim yengem, annemi yıllar evvel ziyaret ettiği evden ona balkondan bir poşet attığını poşetin içinden ise inanılmaz bir şey çıktığını anlattı. Pişmiş tavuk butu! Annemin açıklaması ise şöyle olmuş. “kokuyu duymuş olabilir, canı çekmiştir “.

 

Yıllar evvel bir yaz sıcağında İskenderun’a gittiğimizde uzunca bir mangaldan yediğim kebapları, harika mezeleri, içli köfteleri, oradayerinde yenmesi gereken künefeleri unutamam. Uzun bayram tatili boyunca her gittiğim evde dünyada eşi benzeri bulunmayan yemekleri yedim. Dur durak demeden, yedim, yedim, yedim. Sonra mı? Fenalaştım. Güneş çarpması zannedilip doktor geldi. Doktor “Güneş değil de yemekler çarpmış, midenin biraz dinlenmesi lazım” dedi.

 

HakanKONYARFishing

O yıllarda İskenderun’da balık avından sonra.

 Balık tutmayı severim ama ızgara, mangal, tavada bol ekmekle yemeyi daha çok severim.

 

 Bunları size neden anlattım? Gerçekten benim nefsimi terbiye etmem ve on yılların alışkanlıklarından vazgeçmem çok zordu! Diyelim ki kendimi frenledim, ya dış etkenler ne olacaktı? Çevremde bolca olan “yemek sevenler” kulübünün üyeleri arkadaşlarım, komşularım, annem (Allah aşkına ye, arkandan ağlar), vitrinlerinden geçerken içeri daldığım tatlıcı dükkânları? (abi sana ortaya karışık bir tatlı tabağı yapayım bir tadına bak)

Masaya gelen sıcak lavaşlardan tekrar tekrar yiyip üstüne cila olsun diye yediklerim. Ya yıllar evvel Kumburgaz’da öğünlerimiz tıpa tıp birbirine benzeyen arkadaşım Tayfur’la yediğimiz kişi başı, bir+bir+bir=3 porsiyon İskender kebabı.  

Hesabı getirdikten sonra “yine bekleriz efendim“ deyip ellerini ovuşturan patron gözümün önündeydi.  Aliço ve Volkan ile Sarıyer pidecisi ordan hooop Suadiyeye köfte yemeye…

Meşhur Sultanahmet köftecisinde adam başı yediğimiz 5-6 porsiyon köfte? Kol böreği, bol pudra şekerli Kürt börekleri, ıspanaklı, patatesli, kıymalı, su börekleri, pideler. Yıllar evvel eşimle gittiğimiz Galeria’da uluslararası bir zincirin üyesi olan pizzacıda tek başıma yediğim 2. Büyük pizzadan sonra müdürün elinde hediye duvar saati ile gelip şaşkınlığını gizleyemediği ve ikram olarak bir büyük kola daha verdiği günler (eşimin kalan dilimlerini de ben yemiştim. Kimse görmedi J Bu yiyeceklerin çoğu, boş kaloriler ve çift porsiyonlar geride kaldı. Ama ben vücudumdaki 96.500 km. olan damar ağımın veya 8000 metrekare kılcal damar yüzeyimin104 ne durumda olduğunu tam olarak bilmiyorum. Şekerli gıdaları tüketirken milyarlarca hücremin içinde düşük seviyede mikro besin kaldığını biliyorum. Hücre içindeki yağların, DNA’daki parçaların, Antioksidanlarımın ne kadar zarar gördüğünü öğrenebilmem için bazı özel testlere (PerOx, Deoksiguanozin (Ohdc) ve Antioksidan seviye testi) ihtiyacım olduğunu öğrendim.

Kulaktan duyma şeylere değil bilimsel araştırmalara bakmalıyız. Rakamlar nettir, aydınlatır. İstatistiklere göre 30-35 yaş arası her beş erkekten birinde ve on iki kadından birinin koronerlerinde yüzde 40 darlık vardır5.

Böyle berbat beslenmeme rağmen bu yaşları sorunsuz geçtim. Son iki yıldır, kendimi önleyici tıp derslerine adamış olmam, okuduğum onlarca kitap, binlerce sayfa yurtiçi, yurtdışı makale, iyi ki varsınız dediğimiz doktorlar ve beynime bağladığım yeni “iradeli olmayı öğrenmek mikro sd kartı” sayesinde çok şükür iyiyim. (Tabii ki şu an böyle bir çip yok ama yakın zamanda olacak gibi gözüküyor. 🙂  )

Bazılarınızın da ben bu kadar çok yemem ki çok dengeli beslenirim, bu kitap bana göre değil! Dediğini duyuyorum. Acele etmeyin, buna emin olmadan önce şüphelinin ve kendinize bir ödül verin. (Bu ödül farklı olsun; “kendinizi kontrol ettirmek”).

Mesela D vitamini, E, C, B12, Selenyum, B9, D3, B6, Çinko, Demir, Ferritin, Hba1c, Trigliserid, Ldl, Total kolestrol göstergelerine bakmadan karar vermeyin. Sağlık durumunuz hakkında küçük, belki de çok büyük bir ipucu için vitamin ve mineral konusunda uzman doktorunuzla, (referans aralığının dip seviyesine gelmiş değerler için yaş, cinsiyet, ırk bakılmadan “normal” olarak kabul etmeyin) kan değerlerinizle ilgili yapacağınız sohbetten sonra karar verin.  

Vitamin ve mineral değerleriniz için normal mi dendi? Mesela D (D OH 25 )  değeriniz kaç? 30 ng altında ve normal dendi ise şu linklere bir göz atın  ….

D seviyeleri hakkında, Canan Karatay hocamız yüksek D seviyesi ile “cin gibi dolaşıyor”

Doğal D hormonunu (vitaminini) güneşten alma zamanı başladı !

Kitap taslağımdan alıntı Bölüm 8: Yıllar sonra sağlık bozulmaya başlayınca:

Artık İstanbul 17 milyona yaklaşmış. Havada partiküller dolu, bütün trafiği kameralarla seyredebiliyoruz ama yolu, şeritleri göremiyoruz. Boş yol yok. Komşularla, arkadaşlarla muhabbet “whats app’tan”.  Facebook tan pardon Feys ten kim- nasıl –nerede-kiminle revaçta. “Kilo vermenin 10 püf noktasını” 2-3 arkadaşa paylaştırma. “diyetisyen” tavsiyesi.

Biliyorsunuz en baş sayfalardaki adı geçen o yemekleri yiyen bendim. Üstü çizili kelimelerin hepsi yanlış beslenme şeklidir ve artık geride kalmıştır. (M.Ö. de ) . (Ama biliyorum ki, birçoğunuz hala aynı benim önceki hayatım gibi bir günlük program yaşıyorsunuz ya da yakın, ya da “Baürma”’sınız. Bu durum vücudumda yağlar (boş kaloriler) birikmeye, hoş göbeğim oluşmaya kadar devam etti. “Erkek balkonsuz olmaz” derler. Benim “balkonum”, depremde zarar görmüş balkon gibi, aşağı doğru eğilmeye başlayacaktı ama yine de hiçbir sorun yoktu. Alt tarafı boyumun (Metre. Santim) son 2 hanesinden fazla 7-8 kilom vardı! Bu böyle yıllarca devam etti. Kilomu veremesem de korumaya devam ettim. Zaten vermek için hiçbir gayretim olmadı, hep beraber geçinip gidiyorduk. Kolesterol, Hdl, Ldl, Trigliserid, lipitler, açlık-tokluk kan şekeri, insülin, A,D,E,K,B,C vitaminleri, Selenyum, Çinko, Magnezyum gibi mineraller benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu, onlarla hiç tanışmamıştık. Hba1c, nabız, tansiyonda. Onlar 60-70 yaşların muhabbetlerinde geçer diye düşünürdüm. Arkadaşlarımda sohbetlerimizde birbirimizi överek-yağlayarak, yağlarımızın ne kadar çekici olduğunu söyleyip onaylar, hatta bayanların sözüdür denen “balkonsuz ev, göbeksiz erkek istemem “ nakaratları ile yer-içer güler topluca salonun ortasında sofraya geçer dolmalara, sarmalara, böreklere, mezelere, içli köftelere… pike hatta kamikaze yapar mutlu olurduk. Boyumda uzun olduğundan fazla kilolarım çok belli olmuyordu. Psikolojime de menfi bir etkisi olmadı.

 

Yıllar geçtikten sonra…

Yemeklerden sonra atıştırma istekleri, halsizlik, uzun saatler aç kalamama, yemek saatinin biraz geçmesi halinde bile sinirlilik… Tekrar acıkıp tekrar yiyordum. Saat 15.00 e doğru kendimi halsiz hissediyor en azından bir şeyler atıştırmak istiyordum. Bazen bacaklarımda halsizlik hissediyor, bazen tatlı isteğim tutuyordu. Birden fazla bir enerji geliyor, hiperaktif oluyor, sonrasında o kişi gidiyor başka bir kişi geliyordu. Bunlar geçer deyip strese bağladım. Birçoğunuz gibi. Böbrek kumları, taşlar ya da baş ağrıları ya da halsizlik, isteksizlik. Kafam iyi çalışıyordu ya… Diğer problemleri önemsemiyor geçer diyordum. Hiç biri geçmedi. Zaman zaman midede problemler, bir meyveli soda işi hallederdi. Önemli olan iş, iş, iş, iş,iş,iş,iş,iş. Japon felsefesi doğruydu belki. Önce vatanım, sonra ailem, en sonra da ben gelirim. Ama benim için bir çoğunuz gibi önce iş gelirdi!  Sağlığım vardı, tuttuğumu koparıyordum, karnımı da nasıl olsa arada bir şekilde doyururdum. İyi beslendiğimi zannedip nasılda boş kaloriler almışım. Kokpitte ben vardım. Kontrol bende sanıyordum. Göstergelerim ….(alarm) çalıyordu ama ben kendi kendime  “problem çalışmadığım yerden çıktı, panikleme!” diyordum.  Oysa “stall” başlamıştı, sonrasında problemler arkası arkasına gelmeye başlamıştı. İrtifa kaybetmeye başlayan tayyarenin pilotu gibi bende paniğe kapılmaya başlamıştım. Vücudumun ne yaptığına anlam veremiyordum. Havacılık tabiri ile belki de bana  “pull up, pull up” uyarısı veriyordu ama ne yapacağımı bilmiyordum. Ta ki çakılıp ilk hastaneye gidişime kadar. “Can boğazdan gelir”, fazlasında hastalıkla çıkar!

Kolesterol, Kolesterol ilaçları, yumurta ve yeni bilgiler:

2 Rus araştırmacı 1913 yılında araştırmalarında deneylerinde hayvanları kullandılar143. Yüksek miktarda bitkisel yağı verince deney hayvanlarının arterlerinde tıkanma oldu. Peki bu deney hangi hayvanlarla yapıldı dersiniz? Tavşanlar, evet tavşanlar! Ot yiyen tavşanlara yüksek miktarda bitkisel yağ verip kolesterolü çok kötü olarak beynimize kazıttılar. Acaba tavşanlar doğada kelle paça, kuzu eti ile mi besleniyordu:) yoksa otla mı?! Oysa Tavşanların mide kas yapıları çok zayıftır. Kör bağırsak yapısı insanla uymayan bu hayvanları bu tür bir deneyde kullanmak çok yanlıştı. Ayrıca tavşanlar kuru otla, kuru yonca ile beslenirler. Tavşanlar hassas hayvanlardır, onlara sürekli çok nemli ot bile verilse ishal olurlar. O zamandan beri kolesterol bize işe yaramaz bir şey gibi gösterildi. Light ürünler çıktı ve biz onlara ekstra ödemeler yaptık.

 

Kitabı yazmaya devam ederken A.B.D. hükümetinin 5 yılda bir yayınlanan 2015-2020 Beslenme kılavuzu96 elime geçti. Yurdumuzda hala yumurta ve kolesterole karşı eski güncellenmemiş/yanlış bilgilerle yaklaşıldığı için bu bilgileri sizlerle paylaşıp bu bölüme ekleme gereği duydum. Dr. Mercola da bunu gündemine almış ve şu cümlelerin altını çiziyor. “Kolesterol aslında vücuttaki en önemli moleküllerden biridir. Beyin sağlığında, hafıza formasyonunda, hücrelerin yapımı, stres ve seks hormonlarının üretimi için Vitamin D gibi önemli rol oynar”97.

Vücuttaki kolesterolün %25’i beyinde bulunur. Vücuttaki kolesterolün %75’i karaciğer tarafından yapılır, %25 ise yiyeceklerden alınır.

Dr. Dean ise vücudumuzda yeterli kolesterol olmazsa kemiklerimizin pelte gibi olacağını çünkü güneşten aldığımız D vitaminin bir işe yaramıyacağını vede kalsiyum emilimi yapılamıyacağını belirtiyor. Ayrıca sex ve stres hormonlarının kolesterolden üretildiğini kolesterol olmazsa neslimizin tükeneceğini vurguluyor.143

Beslenme kılavuzunun artık ikide bir değiştirilmemesini umuyor ve bu konuda Prof. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA’nın görüşlerine yer vermek istiyorum:

“Sürekli değişen beslenme kılavuzları komedisi

USA’ da her beş senede bir yenilenen ve tüm dünyanın dikkate aldığı meşhur Beslenme Kılavuzu’nun 2015 modelinde kolesterole konan yasağın tamamen kalktığını da hatırlatmak isterim. Beslenme Kılavuzlarının birkaç senede bir yenilenmesi de bunların ne kadar “güvenilmez kılavuzlar” olduğunun ispatıdır. Kılavuzlar, endüstrinin menfaati değil de insan sağlığı esas alınarak yapılıyor olsaydı bir kere yapılır ve hiç değişmezdi” diyor hocamız ve Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu’ nun kalp sağlığı için benimde (Prof.Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ) senelerdir savunduğum görüşleri dile getirmesine, ilaçların adını ağzına bile almamasına çok sevindim. Birkaç sene öncesine kadar mevzu kalp sağlığı olduğunda söze “kolesterol kalp damarlarını tıkar; yumurta, tereyağı, kırmızı et asla yemeyin” diye başlanır ve “kolesterol hapını içmezseniz şakkadak kalp krizi geçirirsiniz” diye tehditler savrulurdu. Geç oldu ama çok şükür bugünlere geldik.” Demektedir129.  

 

Kolesterol ilacı kullanıyorsanız önce Prof. Dr. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA’nın “Büyük Kolesterol yalanları” kitabını okumanızı öneririm. Bu konuda Dr. Mercola statin ve kolesterol düşürücü ilaçları kullananların kas zayıflığı, kavrama-algılama zayıflaması, diyabet, seksüel fonksiyonlarda bozulma,  artan kanser riski gibi rahatsızlıkları yaşayabileceğini belirtiyor. Bu yan etkilerle beraber bu ilaçları alanların vücudunda Koenzim Q10 azalması yaşayacaklarını bu yüzden CoQ10 takviyesi almaları gerektiğini belirtmektedir134. Dr. Dean ise eğer balık, sığır eti, tavuk kalbi, tavuk ciğeri, perilla (omega-3 yağ asidi içeren bir bitki yaprağı), gibi gıdaları ve magnezyum tabletleri alıyorsanız KoQ10 seviyenizin normal olacağını belirtiyor. Dr. Dean Kolesterol ilaçları kullananların düzenli kan testi ile Karaciğer hasarını kontrol ettirmelerini tavsiye ediyor135. Magnezyumla ilgili detayları daha sonraki sayfalarda göreceğiz.

Devam edecek …..

Bunlarda ilginizi çekebilir (arşiv)

Selenyum’un Kanser, Haşimato ve bir çok hastalıkta olumlu etkisi

Sigara içmeden, İstanbul’da nasıl hasta olabiliriz?

Güneş kremi ve güneş banyosundan sonra sıcak sabunlu su ile yıkanmak.

Kimler D vitaminini ölçtürmeli ? Diş-Kemik ve vücutta oluşabilecek 40’tan fazla hastalıktan korunmak için… — Diş Hekimi Derya KONYAR

İstanbul’da musluk suyu içilir mi?

129 http://ahmetrasimkucukusta.com/2016/03/06/yazilar/tip-yazilari/kolesterol/kalp-krizi-risk-faktorleri-kadinlarda-erkeklerden-farkli-olabilir-mi/

 134 http://www.mercola.com/infographics/cholesterol-levels.htm

135 The Magnesium Miracle Dr. Carolyn DEAN. Ballantine BOOKS s:89

143 The Magnesium Miracle Dr. Carolyn DEAN. Ballantine BOOKS s:87

Bu yazı Estetik Diş Hekimliği, Genel, Hava kirliliği, Sağlık, Tüm yazılar içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s